Felsefeci Dr. Fırat İlim ile Metaverse Felsefesi ve Ölümsüzlük Üzerine Yaptığımız Özel Röportaj!
Karnaval Çalışmaları ve Müzikal Göstergebilim alanlarında çalışmalar yapan aynı zamanda güncel olarak ”Blockchain Felsefesi” yapan felsefe yazarı Dr. Fırat İlim ile metaverse felsefesini konuştuk.
‘’Metaverse çağının eşiğinde… Hatırlatmak isterim ki içinde yaşadığımız bize ait her türlü yeniliği; bilim insanları, filozoflar ve sanatçılar birlikte hayal edip gerçekleştirdi.’’
İnsanoğlu, bilim kurgu filmlerini aratmayan bir dijital dönüşümün içine girmiş durumda. Teknolojik gelişmelerin kronolojik sıralamasına baktığımızda her bir yenilik öncesi açıklanan fikirlere ‘’hayalperestlik’’ olarak bakıldı. Leonardo Da vinci’nin yaşadığı dönemin çok ötesinde çizdiği uçak modelleri gibi…
Günümüzde elimizin altında bulunan ve çok kolay ulaştığımız, çamaşır makinesi veya bulaşık makinesi geçmişin metaverse’ü olabilir mi? 1800’lü yıllarda çamaşırcı bir kadına ‘’artık çamaşırları bir makina yıkayacak’’ denilseydi muhtemelen bunu söyleyen kişinin deli olduğunu düşünürdü.
Fırat İlim ile tüm bunları sorguladığımız özel röportajımıza başlıyoruz!
Merhaba Fırat bey, metaverse sizce neyi vadediyor? Sadece eğlence, oyun sektöründen ibaret olduğunu düşünmek size de biraz basit geliyor mu? Bunu biraz tartışalım mı ne dersiniz?
Merhaba! Bence metaverse olgusunu eğlence sektörü ile kısıtlamak yanlış olur. Zira daha şimdiden birçok alternatifi geliştirilen gerçeğe uygun metaverse tasarımları da var, kurgu yönü ağır basan metaverse’ler de… Bu evrenlerde şimdiden arsalar alınıp satılmaya başlandı ve hatta ikinci el piyasaları bile oluşmakta.
Gelecekte bir metaverse’te Tokyo’da yaşarken sosyalleşmek için köşedeki kafeteryadan kahve alıp bir masaya oturabileceksiniz. Ve tabii üzerinizdeki kıyafetten tutun, bineceğiniz taksiye kadar büyük bir ekonomi işleyecek bu metaverse’lerde.
Kimilerimiz gelirimizi bu evrenlerden kazanacağız, kimilerimiz ise savaşarak yeni alanlar elde edeceğiz. Bu sözünü ettiğim örnekler daha şimdiden öngörülebilen şeyler. Gelecekte çok daha ilginç hallerle de karşılaşacağımıza ihtimal vermek çok mümkün.
Bir evrende davalık olmanız ve hapis cezası almanız gibi. Hayal edilebilir kısmını bile çok heyecan verici buluyorum!
Descartes soruyor: “Ya beyinlerimiz bir kavanozun içerisinde tutuluyorsa ve tüm bu yaşadıklarımız bize yaşatılan hayaller ise?”
Bir felsefeci olarak, bu tarz konuları öngören bir filozof var mıydı? Yaşadığı anı anlamaya çalışırken bu filozoflar gelecekle ilgili nasıl tahminlerde bulunuyordu?
Aslına bakarsanız, Platon’dan beri gerçeklik ve onun çeşitli taklitleri felsefenin gündeminde yer almıştır. Ama bence en önemli nokta, filozofların şu sorusunun ortaya çıkmasıyla yeni bir boyut kazanmıştır: “Bizi saran gerçeklikten şüphe edebilir miyiz?” Bu soru ile de Aristoteles’in ”Organon” adlı eserinden itibaren açıkça karşılaşıyoruz.
Sonra esas büyük bir kırılma yaşanıyor. Bu şüphecilik dini motivasyonlarla birleşince tüm yaşamımızdan şüphe etmeye dek varıyor. Sonrasında bu gibi sorunların aşıldığı düşünülse de bastırılmasının çok da mümkün olmadığını görüyoruz.
Descartes soruyor: “Ya beyinlerimiz bir kavanozun içerisinde tutuluyorsa ve tüm bu yaşadıklarımız bize yaşatılan hayaller ise?” diye. Bakın bu çok kritik bir an! Anlıyoruz ki insan kolektif bilincinin eşiğinde simülasyon ihtimali hâlâ dönüp duruyor. Ne zaman derseniz, bundan 400 yıl önce… Ve hiçbir zaman da tam olarak ortadan kalkmıyor. Aksine, kendini geliştirerek ve biçim değiştirerek devam ediyor.
Bunu özel olarak simülasyon fikri için söylüyorum. Teknolojik gelişmişlik açısından soruyorsanız onun da tarihi Descartes ile yakın zamanlara denk geliyor, Cyrano de Bergerac’ta böylesi ileri teknolojiye sahip gelecek tahayyülleri bulabiliyoruz mesela.
Teknoloji ve felsefe arasında nasıl bir bağ var?
Teknolojinin gelişiminde filozofların tahmin edilenden çok daha büyük katkıları var aslında. Özellikle de dijitalleşme söz konusu olduğunda. Bir süreç olarak dijitalleşmenin en önemli adımı, nesnelerin ve nesneler arası ilişkilerin bugün yazılım dilleri dediğimiz ifade biçimlerini de kapsayan bir yol bulmasıydı. Bunda en büyük katkıları sunanlar, geçtiğimiz yüzyılda yaşamış olan filozoflar ve matematikçiler oldu.
Rönesans’tan bu yana filozofların aklında beliren “Dünyanın harika bir temsilini oluşturabilir miyiz?” sorusudur. Nihayet geçtiğimiz yüzyılda Frege, Russell, Wittgenstein ve Gödel gibi düşünürlerin girişimleriyle somut uygulamalar bulunmaya başlandı. Önce nesnelerin bir tür sembolik dille temsil edilmesini denediler ve ardından nesneler arasındaki olanaklı ilişkilerin temsili geldi.
Sonuçta bir gün tamamen yazı yoluyla sunulan genelleştirmeler ile tüm dünyanın temsil edilebileceğini iddia eden ifade biçimleri geliştirmeye giriştiler. Yani bugün yazılım ve kodlama olarak tanınan olguların temellerinin aslında filozoflar tarafından geliştirilmiş olduğunu belirtmeliyiz. Bu hikayenin, bir noktada sonu ve yeni bir çağın başlangıcı…Bir taraftan gerçeklikten özgürleşmeye çalışan, diğer taraftan Platon’un mağarasına dönme tehlikesi yaşayan bir çağın.
Diğer taraftan Heidegger gibi, teknolojiye eleştirel yaklaşan filozoflar da oldu. Ama eninde sonunda sadece felsefe açısından da değil, metaverse çağının eşiğinde de bu tartışmalar oldu ve hep olacak. Hatırlatmak isterim ki teknolojiyi ve içinde yaşadığımız bize ait her türlü yeniliği bilim insanları, filozoflar ve sanatçılar birlikte hayal etti ve gerçekleştirdi.
Bu noktada, tüm yaratımlarımızda; bilimin, sanatın ve felsefenin ortaklaştığı daha büyük bir çalışma alanında gerçekleştiğini hatırlatmalıyız. Hayal ettiğimiz, somut yollarla örneklerini sunduğumuz ve en küçük parçalarına kadar inceleyip tasarladığımız bir alan bu.
Hangi felsefi bakış açısı bugünü temsil ediyor?
Daha zor bir soru ile karşılaşamazdım (gülüyor). Aslında bu soruya verilebilecek her türlü yanıt diğer felsefeciler tarafından şiddetle eleştirilir haklı olarak. Zira biz felsefeciler bir taraftan 2000 küsur yıl öncesinin meselelerini bile halen günümüz meseleleri ile ilişkili olduğunu fark ediyoruz hayretle.
Diğer taraftan elbette yeni fikirler ve yeni felsefi görüşler de ortaya çıkıyor. Ama doğrusu, tek bir felsefi bakış açısının bugünü temsil ettiğini söylemek zor. Bir taraftan mantıkçı pozitivizmin ne kadar ileri görüşlü olduğuna şahit oluyoruz, diğer taraftan veri merkezli düşünmenin aslında büyük bir varoluşsal krize bağlanması gerektiğini görerek Varoluşculuğun da halen gündemde olduğunu görüyoruz.
Öte yandan, mevcut ekonomik yapı bizim arzularımızı manipüle etmeye çalışırken Schopenhauer’a ve Marx’a dönmek de gayet gerekli bence. Neden derseniz, insan yaşamı oldukça kompleks ve çok yönlü bir bütünlüğe sahip. Bugün bence metaverse bu saydığım tüm bakış açılarıyla ilgili her biri açısından değerlendirilmeyi hak ediyor.
Antik dönem filozoflarını düşünürsek, bugün metaverse gibi bir teknoloji ile doğsalardı sizce nasıl sorular sorarlardı?
Aslında bir taraftan onların dünyasından çok uzakta olmadığımızı düşünüyorum. Pisagor’un günümüzün dijital dünyasından iki adım geride olduğu gayet söylenebilir: Bildiğimiz üzere, bilgisayarın yakın atası hesap makinesi, onun bir öncesi ise “her” biçiminde ilişkilendirmeler yapabilen formüller bulmakta ki bu kapasite ile Pisagor devrinde bile karşılaşıyoruz.
Şayet, birtakım araçlar ile tamamen sanal bir aleme dahil olmayı kastediyorsak, önce “kudretli yazılımcıyı” bulmak isterlerdi (gülüyor). Yani şunu sorarlardı: “Tüm bu içinde dolaştığım sanal alemi kim önce hangi ilkeleri belirleyerek kurdu?”
Bugün bu mesele, yazılımcıların önünde felsefeden ödünç aldıkları bir mirasla tartışılıyor. Bir zamanlar felsefeciler evreni anlamaya çalışırken tüm bu mevcut evreni nasıl sınıflandırabiliriz diye sormuşlardı.
İçinde yaşadığımız yüzyılda bilgisayar bilimleri uzmanları aynı soruyu başka bir biçimde soruyor: “Tüm bu mevcut evreni yapay zekalara öğretmeye çalışırken ne tür bir sınıflandırma ya da daha doğru ifadesiyle ne tür bir ‘taksonomi’ kullanabiliriz?” Geçmişte felsefeciler tarafından tartışılan bu konu artık ontoloji mühendisliğinin oldukça güncel bir sorusu halinde karşımıza çıkıyor.
Pisagorcuların ölümsüzlük üzerine fikirleri var mıydı?
Tabii ki vardı. Hıristiyanlık ve İslam gibi semavi dinlerin sonsuz yaşamı vadettiği cennet tasavvurlarından çok önce Pisagorcuların da ölümsüzlüğe, daha doğrusu ruhun bedeni terk ettikten sonra yolculuğuna devam ettiğine dair inanışları vardı. Mevcut bedenimizde, yani şimdiki bedensel ömrümüzde nasıl bir hayat yaşadığımızdan yola çıkarak, bir sonraki yolculuğumuzun belirlendiğine inanıyorlardı.
Çok basitçe söyleyecek olursak, bu hayatta iyi ya da kötü bir yaşam sürdükten sonra ruhumuzun bedenimizi terk edip bir başka bedene gireceğine ve bu şekilde yeni bir bedende yoluna devam edeceğine inanıyorlardı. İyi bir sınav verirsek sonraki hayatımızda daha iyi bir bedenimiz ve daha iyi bir yaşamımız olacağına; kötü bir sınav verirsek de sonraki hayatımızda köpek ya da bakla olarak dünyaya gelebileceğimize inanıyorlardı.
Bugün metaverse üzerinden tartışılan ölümsüzlük fikrinin bir benzerini yani ruhumuzun bir avatarın sanal bedeninde var olmaya devam etmesi gibi bir düşünceyi Pisagorcular’da da bulduğumuzu söyleyebilir miyiz?
Bu durumu ruh-beden ikiliğinden yola çıkarak anlamak gerekir bence. Antikler ve hatta erken modern filozoflar bile ruh-beden nerede birbirinden ayrılır ve nerede birbiriyle etkileşim kurar, bu gibi sorulara dair günümüzden oldukça uzak ve gerçekçi olmayan noktalardaydılar. Bugün bile hala inançlı insanlar ruhun bedenden ayrı bir varlığı olabileceğine ve ruh diye bağımsız bir bileşene sahip olabileceğimize inanıyor çoğunlukla.
Oysa artık Psikoloji bilimi gibi kendini “ruh” olgusu etrafında tanımlayarak gelişmiş bir bilim için bile bu konu o eski ruh anlayışından çok uzakta. Burada bedenle ilişkisinde, daha ziyade kimi işlevler toplamı olarak kendini gösteren bir bütünlükten söz edebiliyoruz, ki bunun da adı “ruh” yerine “zihin” olarak adlandırılabiliyor modern dünyada.
Zekâ, bilinç, duygulanım, isteme, hayal etme gibi daha birçok işlevi gerçekleştiren aygıttan söz ediyoruz. Böyle bir aygıt tek bir fizyolojik konumdan da yönetilmiyor, gerçekleşen işlevler birçok farklı fizyolojik konumdan biyokimyasal işlemleri de içeren bir süreçte şekilleniyor.
Bunların tamamının metaverse içerisine taşınması için bu saydığımız süreçlerin gerçekçi modellemelerinin ve işlevleri yerine getirecek araçların tasarlanması gerekecek ve tabii ki bunlar için de bu aygıtın kendisinin ve işlevlerinin tanınması ve bunların bir şekilde tanımlanabilir olması gerekir. Oysa bugün koklama duyusu gibi temel bir konuyu bile tüm detaylarıyla anlamaktan çok uzağız. Durum böyleyken, insan dünyasının daha kompleks olgularını metaverse içerisinde tanımlayıp sürdürme ihtimalimizi uzak bir hayal olarak görüyorum doğrusu.
O hâlde sadece bilincin değil, örneğin duygularımızın da aktarılacağı bir yapı olmasını beklemeliyiz diyorsunuz öyle mi?
Bunun yakın gelecekte gerçekleşmesini beklemiyorum. Dahası, gerçekleşmesi için gerekli daha temel koşulların bile çok uzağında olduğumuza dikkat çekmek istiyorum!
Üç boyutlu bir sahil manzarasında yürüdüğünüzü görmekle bu işi yapabildiğimizi düşünemeyiz. Böylesi bir görüntüyle karşılaşmak, deniz kokusunu ve rüzgarı duyumsamak bizde harika bir izlenim oluşturabilir ama halen mevcut bedenimiz içerisindeyken bu uyaranlarla oluşan, içerisine kültür ve yorumun da dahil olduğu duygulardan söz ediyor olacağız.
Dolayısıyla, bedenden olası bir özgürleşme vizyonu için sadece teknolojik yeterliliğe değil, zihin-beden ilişkisine dair yazılım diline dönüştürülebilecek kadar belirlilik içeren bir modele ihtiyaç duyacağımız kanaatindeyim. Kültür ve yorumun da dahil olduğu bu süreçleri anlamak için beden-zihin tartışması açısından sosyal bilimlerin konunun dışında kalması da beklenemez.
Sanırım bir felsefeci ile röportaj yapmanın en zor kısmı daha fazla soruyla baş başa kalmak! Çok teşekkür ederiz röportaj için…
Açıkçası Muhabbit’in blockchain felsefesi üzerine bu yönde röportaj yapması beni çok mutlu etti. Dediğim gibi sosyal bilim bu işin içinde çok önemli bir yerde…Ki zamanla daha fazla etkisini hisseceğiz. Asıl ben tüm ekibe teşekkür ederim!
Peki metaverse bu bağlamda nerede duruyor? Gerçekten sadece eğlence sektörüne mi hizmet ediyor?
Çoğu insan metaverse’ün ölümsüzlüğü bile vadettiğini iddia ediyor. Peki bu mümkün olabilir mi? Tüm bilincimiz, sanal evrende bize benzeyen bir avatara yüklenebilir mi?
Lokman Hekimin ölümsüzlüğü aradığı hatta bulduğu iddia edilen ‘’iksiri’’ acaba metaverse’ün ta kendisi olabilir mi?
Bu soruların cevabını bulmak muhtemelen pek kolay olmayacak…
Gelişmelerden ve son dakikalardan haberdar olmak, kripto para dünyasında aktif bir yer edinmek istiyorsanız Telegram kanalımıza bekliyoruz.
Daha fazla sizler için hazırladığımız içerikleri okumak için tıklayınız: Muhabbit Özel